Monday, March 21, 2011

DOĞA VE FOTOĞRAF



Fotoğraf ve doğa hep hayatımın ayrılmaz parçaları oldu. Doğa, fotoğraf makinasını kullanmayı öğrenmemden çok daha önce de, yaşamımın bana huzur, yaşama sevinci veren, çok önemli bir parçasıydı.

Fotoğraf gezilerimde genelde şehirden uzak, insan elinin değmediği, bozmadığı yöreleri, hep doğal, olduğu gibi kalmasını istediğimiz yerleri seçiyorum. Aslında o kadar da olağanüstü olmayan, yalın, sıradan yerler.
Oysa her sıradan doğa parçası, onu keşfetmeye vakit ayıran biri için, aynı gün içinde farklı anlarda ve farklı mevsimlerde büyüleyici güzellikler sunabilir. Bunu sağlayan en önemli unsursa, ışık.
Ben genelde fotoğraf çektiğim yerlere değişik mevsimlerde, farklı hava koşullarında tekrar gitmeyi severim. İlkbaharın taze yeşilleri, sonbaharın parlak, canlı renkleri ya da kışa özgü o grafik yalınlık, gün içinde değişiveren hava koşullarının yarattığı hareketli, belki şimşekli, fırtına öncesi ya da sonrasına özgü, seyredilesi bir gökyüzü, sisli bir günün gizemi, bir kar örtüsünün katıksız saflığı ya da buza kesmiş bir günün büyüleyici dinginliği... işte bütün bunlar ve olaylı ışık, sıradan bir görüntüyü mutlak güzelliğe dönüştürebilir.
İnsanın ziyaret ettiği yerdeki hava koşullarını, o koşulların görüntüye yapacağı etkileri ısmarlaması olanaksız elbette. Bu nedenle, unsurlar arasındaki çarpışma diyebileceğim böyle bir an’a rast gelmek, ona tanık olmak ve o değerli an’ı filme kaydetmek için, kişinin sık sık ve her tür hava koşulunda yollara düşmesi gerekiyor.
Hayatın bizi hızlı hareket etmeye, hatta koşmaya zorladığı günümüzde, doğaya eğilmenin, ona dokunmanın beni sakinleştirdiğini, biraz hız kesmeye teşvik ettiğini hissediyorum – ve bütün bu hayhuy, bu koşuşturma içinde durup soluklanmaya, tazelenmeye. Bana pek çok kez söylendiğine göre, fotoğraflarım aynı öğüdü başkalarına da fısıldıyormuş…