Tuesday, February 18, 2014

Yine müneccimliğim tuttu...



Cengiz Akduman ile uzun zamandır planladığımız karda Van ve Ağrı seyahatini nihayet yapabiliyoruz. Bir de güzel sürpriz var. Kayhan Akduman'da son anda bize katılmaya karar vermiş.

Güneşli bir Şubat sabahı Sabiha Gökçen havaalanından Van'a uçtuk. Rehberimiz Mecit, Cengiz'in uzun zamandır arkadaşı. Birlikte bir kaç kez seyahat yapmışlar. Mecit'in yolu İstanbul'a düştüğünde Cengiz'e de uğruyor, filan. Mecit çok güzel, mert, aydın bir Anadolu insanı. Taksisiyle bizi karşıladı ve 5 gün boyunca bize eşlik ve rehberlik etti.

Uçaktan iner inmez, şehre hiç girmeden önce güneydoğu yönünde Güzelce,  Hoşap Kalesine gittik.


 Akşam Van'a otelimize döndük. Ertesi sabah kuzydoğuya hareket. Muradiye şelalesi, Ağrı, Doğu Beyazıt, İshak Paşa Sarayı. Sonra tekrar güneye Erciş, Ahlat Bitlis Gevaş Ahdamar Adası, Van, İstanbul.



Cengiz Akduman - Kayhan Akduman - Mecit

Güzelsu - Hoşap

Hoşap Kalesi

Muradiye Şelalesi


İshak Paşa Sarayı

Doğu Beyazıt, İshakpaşa Sarayından çıktık Ağrı'ya doğru gidiyoruz. Işık et gibi, hiç fotoğrafa uygun değil. Ben arabada şoförün arkasında oturuyorum. Önümde maşallah Mecit ve Cengiz duvardan perde gibi... önümüzü görmek pek kolay değil.

Şimdi.. dedim, bir köye geleceğiz, onlarca atlı cirit oynuyor...

Çüşş... dedi Cengiz. Bu karda kışta milletin b..u donuyor, işleri güçleri yok bir de ata binip cirit mi oynayacaklar?

10-15 dakika geçti geçmedi.. Yavaşla! diye seslendim Mecit'e. Taa ilerde, köyün içinden bir atlı çıkıyor. Yavaşladık, tın tın gidiyoruz. Atlı anayola doğru gelir gibi yapıp, yola 400 metre paralel, karlarla kaplı tarladan gidiyor. Arabayı durdurduk. Ben bi kuvvetli ıslık çalıp atlı adama el edip çağırdım. Adam az durakladı sonra sese kulak verip üzerimize doğru sürdü atını. Taa yanımıza geldi. He bre maşallah.. dedim. Hayrola hemşerim ne iş? Atımı gezdiriyrem... dedi koca adam. Atına hava aldırıyormuş. Müthiş bir fotoğraf günümüzü gün etti...



Aynı gün,  az sonra bir virajdan çıkacağız, yanımızda bir dere blirecek ve kenarında balıkçı... Yok artık... dedi Cengiz, bu havada? Demeye kalmadı yol bir vadiye girdi, sağımızda karların ortasında kıvrıla kıvrıla akan bir dere. Ve hemen oracıkta bir balıkçı. Serpme atıyor:-)



Son gün, Ahdamar Adasına gidiyoruz. Yolda bizimkilere uzun uzun tohumdan, milli tohumlarımızın öneminden, gitgide hybrid tohumlara gebe bırakıldığımızdan vs bahsedip geçtiğimiz yıllarda Manisa Tarzan'ı ödülüne layik görülmüş bir öğretim görevlisinin öyküsünü anlattım.

Manisa'da bir grup trekkingçi ve fotoğrafçı öğretim üyesi gezdikleri kırlarda pek yabani hayvana raslamıklarını farketmiş ve bunu özellikle meyve ağaçlarının olmamasına yormuşlar. Bir karar alıp yedikleri meyvelerin çekirdeklerini yürüyüşe gittikleri dağlara bayırlara dikmeye başlamışlar. Ekemediklerini öylece savurmuşlar. Subay arkadaşları da bu harekete kışladaki askerlere yaptırarak katılmış. Bu olay öyle bir büyümüş öyle bir gelişmiş ki, yurdun her tarafından meyve çekirdekleri toplanıp Manisa'ya ve başka yörelere gönderilir olmuş.

Böylece bu çevreci hareket tüm yurda dağılmış. Birkaç yıl sonra o dağlarda çayırlarda çeşit çeşit ağaçlar çıkmaya başlamış. Hayvanlar ve ihtiyacı olan herkes bundan nasiplenmiş...

Gevaş Ahdamar'a vardık. Etrafta tek tük insan var. Bizden başka turist yok. Balıkçı inci kefali satıyor.


Göl dingin...


İskelede duran Yunus adlı teknenin sahibi Mesut kaptan ile anlaştık. Bizi adaya o götürecek.



Fotoğrafları çektik. Tekneye geldik, Mesut Kaptan bize taze çay demlemiş. Yola koyulmadan önce: çaylarınızı için de biraz içiniz ısınsın... deyip başaltındaki kamarasına gitti. Az sonra avuçlarının içleri alabildiğince doldurduğu kabuklu bademlerle döndü. Ahdamar adasının bademleri çok ünlüdür. Bunları alın da bahçenize dikin, bu kıymetli tohumlar ülkeye dağılsın... dedi.....

Cengiz ve Kayhan donup öylece kala kaldılar.

Selam sana Mesut Kaptan.

No comments:

Post a Comment